Reklamı Kapat
Anasayfa > Makaleler > TV Haberciliği [2]
TV Haberciliği [2]
20.02.2018 15:02

Otuz iki kısım tekmili birden, bir varmış bir yokmuş, kaf dağının ardında bir ülke varmış. Buyurun büyüklere masallar…

AJANS…. 

Bizlerin babaları, şimdiki kuşağın büyük dedeleri için vazgeçilmez ritüel, akşam işten gelince ailece sofrada yemek yenmesi ve saat 19.00'da radyonun kulağı çevrilip “ajans” dinlenmesiydi. Dünyadan hızla haberdar olmanın biricik yoluydu. Gazeteler bazı yerlere birkaç gün sonra eskimiş haberlerle ulaşırdı o dönemde. Ajans dışında radyonun açılması pek sık rastlanan bir şey değildi, bozulurdu Allah korusun. 

Yıl 1980. Üniversite sıralarında bir kısmımız gazetecilik, bir kısmımız da radyo ve televizyon alanında yolumuzu çizmek üzere seçim yapmıştık. O zaman gazeteci denildiğinde adı üzerinde ajanslarda, gazete ve dergilerde çalışan insanları anlardık. Şimdi tanım biraz daha genelleşti, topluma haber – bilgi – yorum aktarma hizmeti yapan herkesi ve her sektörü şemsiyesi altına topladı “gazetecilik” sözcüğü. Okuldaki arkadaşlarımız, özellikle gece nöbetleri için “ajans”larda çalışmaya başlamıştı bile. 1990'lı yıllara kadar gazeteleri besleyen haber kaynakları, devlet kuruluşu olan Anadolu Ajansı ve 1950 yılında kurulan ‘kamu yararına çalışan kurum” statüsünde hizmet veren Türk Haberler Ajansı (THA), Ulusal Basın Ajansı (UBA) ve 80’lerde popüler hale gelen Altan Öymen’in siyasete atılmadan önce kurduğu ANKA gibi özel kuruluşlardı. THA faximile cihazını ülkemize ilk kez getiren ve habercilikte çağ atlatan kuruluştu. AA devlet kurumu olduğu için içine girmek kolay değildi ama THA’nın ucuz işgücüne ihtiyacı vardı, onlar da gazetecilik okullarındaki yüzlerce hevesli gençti elbette. Yurt dışındaki Reuters, Associated Press (AP), Agence France Press (AFP), TASS, United Press International (UPI) gibi uluslararası haber kaynaklarının aboneliğini alan THA, az biraz da yurt içi kaynaklardan beslenince, günlük gazetelere yetecek miktarda haber servisi yapabiliyordu. Elbette servis posta veya kurye yoluyla film ve fotoğrafları göndermek, telex makinesiyle de metinleri iletmek şeklindeydi. 

Sonra telex makinesi geliştirilip (Telefoto) fotoğraf da gönderebilir hale geldi. Gazeteler çok mecbur kalmadıkça o fotoğrafları kullanmazlardı çünkü çözünürlüğü oldukça kötüydü. Telefon hattı kullanılarak yapılan aktarma oldukça yavaş ve kesintiliydi. Bir fotoğraf 15 dakikada ancak geçilebiliyordu. Tabii karşıya çiziksiz olarak geçebilmek için birkaç deneme yapmak şarttı. O dönemde mobil telefonların olmadığını, telefon kulübesinden jeton ile aramaların yapıldığını hatırlatalım. 1988 yılında bir gazeteci arkadaşımız, otelin tuvaletinde banyo ettiği filmi, kasabanın fotoğrafçısında bastırdıktan sonra otelin telefonundan telefoto geçmeye çalışırken, oteldeki Reuters muhabirinin negatif filmi taktığı bir cihazdan hızlı bir şekilde fotoğraf geçmesini hayretle izleyişini anlatırdı. Irak’tan Barzani’nin konutundan her sayfa haber geçişi için 15 dolar alışlarını da unutmamış. 

Yerel muhabirler, özellikle ücra bölgelerde valiliğin veya kaymakamlığın özel kalem çalışanları olurdu. Eli kalem tutan ve bir kısmı da öğretmen olan çalışanlar, bölgelerindeki olayları neredeyse “resmi” bir üslupla kaleme alır ve basın kuruluşlarına ulaştırırdı. Dönemin halkla ilişkiler uzmanlarıydı hepsi. 

Televizyonda ise durum biraz farklıydı. 1990’a kadar tek tabanca olan TRT, televizyon yayıncılığına başladığı andan itibaren habere büyük bir önem vermişti. TRT’nin, Haber Dairesi gibi koca bir oluşumu vardı. Radyo yayıncılığından beri hemen her bölgede yerel muhabirleri olurdu. Sabah ve öğlen saat başlarında son gelişmeleri içeren doyurucu bültenleri yayınlanır; akşam ana haber bülteni ise bütün enerjinin toplandığı, günün en iyi ve önemli haberlerinin derlendiği şekilde hazırlanır ve kurumun en iyi spikeri tarafından sunulurdu. Masanın üzerindeki telefon ise vazgeçilmez dekorumuzdu. 

Haberlerin ardından mutlaka uzunca bir spor haber bülteni de yer alırdı. Ardından da hava durumu. Bu kalıp 2000'li yıllara kadar özel televizyonlar tarafından da uygulanan bir model oldu. Haberler mutlaka kategorilenmiş siyaset ile başlardı. Önce hükümet haberleri, sonra muhalefet ve diğerleri. Siyasi konuların ardından toplumsal haberler, ekonomi, yaşam ve dış haberler şeklinde sürer giderdi. Devlet kurumu olmanın verdiği özdenetim ve üstdenetim mekanizmaları elbette açık açık herşeyi ifade etmeyi engelliyordu. Ama o dönemde TRT kurumunda bugüne oranla daha “gerçek” gazeteciler görev yapıyordu. Sözü öyle bir çeviriyorlardı ki ne olduğunu anlamadan diyeceklerini demiş oluyorlardı. 32. Gün, Arena gibi programların nüvesi TRT Haber Dairesi olmuştu. Hatta Levent Kırca hicvi nüktelerini ilk kez TRT ekranlarından dile getirmişti. 

Gece geç saatte yayına giren gece haberleri ise çoğu zaman haber program niteliğinde hazırlanarak, biten günün derlemesini yaparak hem haberlerini verir hem de konuklarıyla olayları yorumlardı. Bu haber diliminin izleyicisi azımsanmayacak kadar çoktu. Ne yazık ki günümüzde bu gelenek öksürerek varlığını korumaya çalışıyor. 

(Haberlerin içerik kurgusunu sonraki yazıda daha ayrıntılı ele alacağım. ) 

1970’li yılların son dönemine kadar haber çekimleri 16mm film kameraları ile yapılıyordu ve yayın çoğunlukla siyah beyaz olduğu için filmler de siyah beyazdı. Ayrıca siyah beyaz, hızlı habercilik için daha uygundu çünkü film banyo süresi daha kısaydı. Film, banyo… Bu kelimeler günümüz kuşağı için pek anlaşılır değil elbette. Renkli yayınlara geçildiğinde film kamerası saltanatını biraz daha sürdürdü ama elektronik devrimi kocaman dişlerini açmış büyük bir hızla geliyordu. 

Panasonic, Sony, Philips, JVC, Ikegami, Ampex gibi markalar, film alanından elektronik alana geçiş için uzun yıllar pek çok prototip ve model denedi. Görüntü ve ses sinyallerinin birlikte olarak film dışındaki bir ortama kayıt edilmesi, bu malzemenin işlemden geçirilmeden tekrar okunabilmesi konusunda kafa patlattılar. Üstelik habercilik için çekim ve yayın malzemesinin “taşınabilir” olması elzemdi. 

Manyetik kaset formatları çeşitlendikçe, bunların haberciler için mini versiyonları da hemen üretiliyordu. Mini dediğime bakmayın. Takımı 50 kg. kadar olabiliyordu bu malzemenin. 

Bu teknoloji aslında 1960’lardan beri deneniyordu ama ekonomik hale gelememişti bir türlü. 1980’lerin ilk bölümünde manyetik bantlara görüntü kaydetme ve bunları okuma işlemi yapabilen makineler profesyonel alana adımını attı. Önce 2inch, sonra 1inch, sonra U-Matic, BetaCAM, BetaCAMSP… 

Bütçesinin yeterliliği nedeniyle daha fazla yatırım yapabilen TRT, habercilik alanında da yarışılır durumda değildi. AA ve THA'dan pek hizmet almadan (atlatma özel haberler dışında) kendi kaynakları ve yurt dışı haber ajanslarına abonelikleriyle haber bültenlerini üretebiliyordu. Hem de diğerlerinden daha hızlı bir şekilde. Yeni teknolojiler ise haberin sunumunu zenginleştirmiş, iletişim daha da hızlanmıştı. 

Haber kameramanlarının üzerindeki yük ise bu teknolojik dönemeçte biraz artmıştı. Kayıt edicileri ayrı olan ENG setleri yerini daha hafif kameralara bırakana kadar geride epeyce sıkıntılı omurilik rahatsızlıklarını miras bıraktı. 

Hayat dijitale doğru hızla ilerlerken televizyon ile gazetenin arasındaki mesafe giderek açılıyordu. 

 (… devam edecek)

YAZAR HAKKINDA
Teoman Kozan
Televizyon Yönetmeni | teomankozan@gmail.com
Önceki Makale
TV Haberciliği [1]
Sonraki Makale
TV Haberciliği [3]
En Çok Okunanlar
Dergi